Hz. Pir Muhammed Küfrevi
Hz. Pir Muhammed Küfrevi’nin kabr-i şerifi
Nesep Şeceresi
Pir Şeyh Muhammed Küfrevi Hazretlerinin babası meşayi kiramdan Şeyh Yusuf İzzeddin el-Bağdadi el-Kufi el-Medeni, annesi Hz. Halid bin Velid’in (r.a) sülalesinden es Seyyidet’ül Halide’dir. Medine’den göç eden muhterem babaları Şeyh Yusuf Efendi, önce Irak’a, oradan da Anadolu’ya hicret ederek Kufra kasabasına yerleşmiştir.
Köylülerin yardımıyla burada bir medrese açan Şeyh Yusuf Efendi, birçok talebe yetiştirerek onlara ders ve icazet vermiştir.
Muhammed Küfrevi (k.s) hazretleri, 1775 tarihinde Siirt’e bağlı Kufra’da (Kufra/Şirvan) kasabasında dünyaya gelmiştir. Doğduğu yere nisbetle “Küfrevi” nisbesi almıştır.
Babasının yanında ilim tahsiline başlayan Muhammed Küfrevi (k.s) hazretleri altı yaşında Kur’an-ı hıfz etmiştir. İlk diplomasını babasından aldıktan sonra ilim tahsiline Doğubayazıt’taki Şeyh Muhammed Celali Medresesinde devam etti. Birkaç medresede daha ilmi hayatına devam etmiş, son olarak Siirt’te bulunan ve aslen Hizanlı olan Molla Halil-i Siridi’nin (k.s) yanında tahsilini tamamlamış, bu zattan ikinci icazetnamesini almıştır. Mantık ve Akaidi sevmiş, Hat Sanatında ustalaşmıştır. Arapça, Farsça ve Kürtçe bilirmiş.
Tarikata İntisabı ve Hilafeti
Tarikata İntisabı
Muhammed Küfrevi hazretleri; Sıbgatullah Arvasi (k.s) ve Muhammed Hazin (k.s) ile birlikte Tavila’daki Osman Tavili (k.s) hazretlerinin yanına gitmiştir. Osman Tavili Mevlana Halid-i Bağdadi (k.s) hazretlerinin halifesiydi. Osman Tavili hazretleri bir süre sonra Sıbgatullah Arvasi ile Muhammed Küfrevi hazretlerini Nehri’de (Şemsizan/Şemdinli) bulunan Seyyid Taha (k.s) hazretlerine gönderdi. Muhammed Küfrevi hazretlerinin yetişmesi ve olgunlaşması Seyyid Taha hazretlerinin yanında olmuştur.
Küfrevi Hazretleri bir gece uyku ile uyanıklık arasında bir rüya görür. Bir dağın tepesinde durmuş, şeyhlerden oluşan bir cemaat dağın alt kısmından ona doğru yaklaşıyordu. Gelenler hep onu işaret ettiler. Gurubun başında olan bir Şeyh-i Ekber ona yaklaşmış ve şöyle buyurmuştur; “Ölüm falan isteme, daha senin yapacak çok vazifelerin var, gel bizimle beraber gidelim. Bize teslim edilmiş bir emanetin var, o emaneti sana teslim edelim. Daha sen çok yaşayacaksın.”
Küfrevi hazretleri bu hitapla uyanır. Daha sonraki gelişmeleri kendileri şöyle anlatmaktadırlar: “Acaba sadık bir rüya mıdır, o mübarek zat kimdir? Diye teessürde kaldım. Bu mübarek zat benim ilacım olabilir mi diye tefekküre daldım.
Böyle düşünceler içinde bir hayli zaman geçti. Bir gece yatsı namazından sonra Kıbleye doğru evrad-ı kudsiye okurken o rüyayı bir daha gördüm. Baktım büyük bir nehrin kenarında abdest almak istiyorum. Abdest alıp duamı okuduktan sonra gördüm ki nehrin diğer tarafında büyük bir cemaat Kıbleye doğru saf tutmuş, sabah namazını kılacaklar. Daha evvel gördüğüm o büyük zat yine beni çağırdı: ‘Gel, seni bekliyoruz. Bizim cemaatimize iştirak et. Bizde olan o mukaddes emanetini al git’ dedi. Ben de gitmek istedim, ama o kadar büyük bir nehri nasıl geçeceğim telaşıyla uyandım. Aynı zatın iki defa ‘Gel bizdeki emanetini al’ demesi üzerin büyük şaşkınlık içerisinde kaldım.
Bu ikinci rüyamdan sonra uzun zaman geçti. Küçük oğlum Abdullah vefat etmiş, arkasından hanımım rahmete gitmiş, tek başıma kalmış-tım. Gündüzleri talebelerimle zaman geçiriyor, akşamları ise Rabbimle baş başa kalıyor ve yalvarıyordum; ‘Allah’ım beni yanına al. Bu faniyi istemiyorum. Hz. Muhammed’i (s.a.v) ve ashabını istiyorum. Beraber Zat-ı Zülcemalinin visalini istiyorum. Allah’ım yaşım kırk oldu, dünya namına bir lezzet alamıyorum. Seni istiyorum. Allah’ım ne zaman gerçekleşecek bu hayalim’ diye uykuya geçmişim.
O anda kendimi yine bir deniz kenarında görüyorum. Etrafım beyaz kuşlarla sarılmış, muazzam seslerle Allah’ı (c.c) tespih ediyorlardı. Onlarla beraber cezbeye geldim. ‘Allah Allah’ diye hareket edip zikrederken; birde baktım ki iki sefer gördüğüm o Şeyh kuşlar arasında ayakta durmuş, kuşlar da etrafında halka tutarak zikrediyorlar.
O Şeyh başını kaldırarak bana dedi ki; ‘Gel bize iştirak et.’ Gittim, iştirak ettim. Doyasıya kadar onlarla zikir ve tespih ettim. Zikir ve tespih tamam olunca o Şeyh başını kaldırdı ve bana şöyle hitap etti; ‘Üç seferdir seni çağırıyoruz, gelmedin. O emaneti sana vermek mec-buriyetindeyiz. Bu cemaat hep senin için toplanmış. O emanet Resul-i Azam, Habib-i Ekrem’den (s.a.v) Mürşid-i Ekber olan Şah-ı Nakşibendi’ye (k.s) emanet edilmiş, O Mürşid-i Ekber’den bana tevdi edilmiş, sana vermek üzere bana emir edilmiş, bende seni bekliyorum. Eğer bu sefer de gelmezsen, ben sana gelmeye mecburum’ dedi.
Mübarek zata cevaben sordum; ‘Sen kimsin, neredesin, nereye gelece-ğim?’ şöyle cevap verdi: ‘Ben Nehri Köyü’nden, Mevlana Halid’in (k.s) Halifesi olan es Seyyid Taha’yım (k.s). Köyüm Şemizdina (Şemdinli) kasabasına bağlıdır. Seni orada bekliyorum.’
Beni yanına aldı, üç defa kucaklaştık. O anda uyandım, Kıbleye doğru ayaktayım. Namazda olduğu gibi iki elim bağlı bekliyorum. Sabah kalktım, öyle bir aşk ve şevk içine girmişim ki sanki dünya benim etrafımda pervane oluyor, ben de onun etrafında dönüyorum.
Hemen talebelerin yanına gittim, Şemizdina ve Nehri’yi sordum. Talebelerimden iki kişi oranın yolunu bildiklerini söylediler. O sabah beraber yola çıktık. Bir kaç gün içerisinde Nehri’ye vardık.
Nehri dere içerisinde kurulmuş bir köydür. Derenin başında oturup biraz istirahat edelim dedik. Baktım köyün içinde bir hareketlilik başladı, bize doğru bir cemaat çıkageldi. Hemen kalktık, onlara doğru yürüdük. Derenin ortasında birbirimize kavuştuk. Baktım, rüyamda deniz kenarında beni kucaklayan zat onların arasında. Cemaat önünde beni görür görmez tebessüm etmeye başladı; ‘Eğer bu seferde gelme-seydiniz, size o emaneti vermek için biz gelmek mecburiyetinde kalacaktık’ buyurdu.
Hilafet Alması
Muhammed Küfrevi Hazretleri Seyyid Taha’dan (k.s) hilafet almasını şöyle anlatmaktadır: “Şeyhin elini öptüm, kucaklaştık, dergâha doğru yürüdük. Altı ay gibi çok kısa bir zamanda hulefa ve müridlerinden teşekkül eden büyük bir cemaat içinde beni çağırdı, bana hilafet cübbesini giydirdi ve başıma hilafet tacını koydu. Zikir ve dualar içinde hatme ve teveccühler oldu.
Bu arada Şeyh Hazretleri döndü ve cemaate şöyle hitapta bulundu: ‘Ey cemaat! İki üç sene evvel benden icazet almak üzere gelen birkaç âlim ve sufilerimiz vardı. Hala evrad, zikir ve riyazetleri devam etmektedir. Onlara teselli babından söylüyorum, Muhammed Küfrevi’nin hemen gelip kısa zamanda hilafet ve icazeti almasına bakıp üzülmesinler. Çünkü Küfrevi gelirken elindeki lambası kurulmuş, gaz dolu idi. Şişesi temizlenip üzerine konmuştu. Yanında kibriti de mevcuttu. Tarikat adabına göre icazetli birisinin o lambayı yakması lazımdı, biz de onu yaptık. Eğer hakikate bakılırsa bizim kendilerinden icazet almamız lazım. Çünkü o icazetini doğrudan doğruya Hz. Muhammed’den (s.a.v) almıştır. Şah-ı Nakşibendi (k.s) tarafından tayini ve tebliği için bize vazife verilmiştir. Bizde o vazifemizi ifa ettik, başka bir şey yapmadık.
Sizlere gelince; hiçbirinizin ne lambası, ne gazı, ne kibriti vardı. Yavaş yavaş herkesin içtihadına ve riyazetine göre ihtiyacını temin edip icazetlerini zamanı gelince vereceğiz inşallah’ dedi ve konuşmayı kesti.”
Seyyid Taha hazretleri dua ve icazetten sonra Küfrevi’ye şöyle der: “Bana gelen emre göre artık Bitlis’e gidip tevhid ve takrir-i imanla meşgul olup, insanları hak ve hakikat yoluna davet edeceksin.”
İrşad Vazifesi
Seyyid Taha’dan Nakşibendî Tarikatı üzerine hilafet alan bu Allah Dostu, yine Seyyid Taha’nın isteği üzerine Bitlis’e gelmiştir. Bitlis’e geldiklerinde 50 yaşlarında idi.
Bitlis’e gelen Muhammed Küfrevi, Kızılmescid Mahallesinde dergâh olabilecek bir ev kiralamış, Nakşibendî Tarikatını icra etmeye başlamıştır. Bitlis’te olgunluk ve fazilet timsali olmuş, ilmiyle çevreye ışık saçmıştır.
Fakir halka ve evine gelen misafirlere karşı gösterdiği şefkat ve insanlığa olan büyük hizmetleri ile kendisini sevdirmiştir.
Bitlis’e yerleşmeden kısa bir süre önce hanımı vefat etmişti. Bitlis’teki dergâhı müridlerin ve sufilerin sürekli akınına uğruyordu. Bu arada erkeklerin yanı sıra hanımlarda dergâha gelmek ve oradan faydalanmak istiyorlardı. Bu hanımlara vaaz ve nasihat edecek, zikir ve evradları öğretecek bir âlime hanım gerekti.
Halifeler bu sıkıntıyı ortadan kaldırmak için durumu Küfrevi hazretlerine arz ederler. Durumu tebessümle karşılayan bu Allah Dostu; “Allah Teâlâ onu da en iyi bir şekilde müyesser eder” diyerek mesele-ye sıcak bakar.
Aynı mahallede oturan münevver bir hanım vardı. Bu hanım; devlet tarafından Şark Bölge Müftüsü olarak atanan Şeyh Mehmed Emin Efendi’nin kız kardeşidir. Seyyide olan bu hanımın ismi Fatıma’dır. Kendisinin ilim cihetinde emsalsiz olduğu söylenir.
İkinci evliliğini Saliha hanımla yapan Küfrevi hazretlerinin bu evlilikten; Abdülhadi, Abdülhalık, Abdülbari ve Abdülbaki isminde dört erkek çocuğu dünyaya gelmiştir.
Küfrevi dergâhına kısa zamanda öyle bir akın olur ki, manevi arayış içerisinde olan halk kadar âlimlerin de sığınma kapısı olur. Rivayetlere göre çok sayıda medrese âlimi değişik zamanlarda Küfrevi hazretlerine intisap edip icazet ve hilafet almıştır. Rusya’dan, Kafkasya’dan, Tiflis’ten ve İran’dan halifeleri olmuştur.
Özellikle Osmanlı padişahlarından çok saygı ve itibar görmüştür. Cömertliği ve ilmi sayesinde insanlar tarafından sevilmiştir.
Muhammed Küfrevi (k.s) hazretlerinin hayatı Allah yolunda, sünnet-i seniyye doğrultusunda geçmiştir. Ömrü boyunca irşad da bulunmuş, ehl-i küfürle mücadele etmiş, hep Allah (c.c) rızasını gözetmiştir. Her fani gibi bu Allah dostunun da dar-ı bekâya göçme vakti gelmiş-tir. 123 yıllık ilim ve irşad hayatı 1898 yılında sona ermiştir.